Gündelik Olan

Bir şey izlerken durdurup not almak müthiş bir şey. Zihnin o an emir veriyordur sana yap bunu diye. Ve yazarsınız , zorlanmadan. Gündelik Olan ‘ın görüntüsü her zaman ihtişamlıdır bakmasını bilene. Tuhaf benzeşimlere kapı aralar. Canlı, dinamik zihni huşu içine sokar.
Wim Wenders‘ın Perfect Days filminde bazı sahneler de siyah beyaz geçişler olur. Adam yatağına uzanır, çizgiler, şekiller , detaylar akar flu bir şerit halinde. Mikro açılar, akan siyah beyaz gölgeler dingin bir daydreaming havası verir. Hirayama sadece tuvalet temizlemez, parktaki banka oturur ağaçlarla sohbet eder. Dosttur onlarla. Her gün fotoğraflarını çeker onların. Sonra hafif bir gülümseme belirir yüzünde. Gündelik Olan ne kadar büyüleyicidir bu anlarda…

Sokaklar, caddeler, köprüler, şehir trafiği, yüksek binalar, küçücük mekanlar ve şehir ışıkları. Tüm bunlar bir silüet şeklinde Wim Wenders’ın filminde akar. O kadar çok görülecek küçük detay vardır ki. Bu akış içerisinde tatlı bir kayboluş gerçekleşir. Hirayama Tokyo’da tuvaletleri temizler. Aslında hayatından memnundur her gün aynı şeyi yapmasına rağmen.
Gündelik Olan’ın büyüsü değil mi bu. Büyülü Gerçeküstücülük Gabriel Marquez‘in Latin Amerika sokaklarından çıkmıştı. Şimdi onu her yere uyarlamak istiyor zihnim. Bağdaşlık kurmak, benzerlikleri yakalamak görüntünün akışında. Filmde karakterimiz sabah erken saatte uyanıp işine giderken mini vanına kaset takıyor. Şarkı House Of The Rising Sun. Ama bu sefer görüntü Tokyo sabahlarında işe giden Hirayama’dan. Bu şarkı Amerikan kasabasının izleklerini anımsatmıştır her zaman. İç savaş zamanı bir Gettysberg subayının New Orleans’taki aile hayatı gibi. Ama sanki New Orleans’taki yaşananlar bir anda Tokya sokaklarına akıyor . Wim Wenders’ın Paris, Texas’nındaki sahneleri, mekanları hatırlayın. Çöl ve kasaba arasında bir hayat.
İki şarkı da bana süpriz oldu. Çok bildiğim , Kadıköy’de bir akşamüstü dinlediğim bir şarkı. O şarkı yine Tokyo’da bir arabanın içinde, her günü aynı olan bir karakterin hayatından geçiyor. Her gün tuvaletleri temizleyen, işini çok iyi yapan , oldukça çalışkan ve az konuşan Hirayama karakterinde hissediyoruz tüm bu geçişleri.

Wim Wenders’ta Gündelik Olan , Feyyaz’da bir salona dönüştü
Feyyaz Yiğit’in Gibi’sini neden sevdik peki? Oldukça absürd, oldukça basit Gibi’de hepimizin 24 saatini gördük bir ev içinde , bir kafede ve bir arkadaş sohbetinde. Gibi’deki sahnelerden birinde Yılmaz arkadaşlarına dönüp bir şey demişti hatırlarsanız. “Bu gündelik hayat var ya bütün acıları, dertleri, düşünceyi siler geçer. Benim bir akrabam annesini kaybetti. Gittim gömdük ordan çıkışta hayvan gibi dürüm yedi. Pul Biber istedi ya adam. ” Gündelik hayat. Hayat devam ediyor işte. Kaçınılmaz olan bu. Öyle ya da böyle , her şey geçiyor ve akıyor.
Gündelik Olan hiçbir şey gaz yapmaz insan midesinde. Bizi yoran Gündelik Olan’dan sapmalardır belki de. Gündelik Olan’daki kavşaklar, dönemeçler önemlidir elbet. Oysa sıradanlık herkes tarafından askıya alınmaya çalışılıyor. Dahası görülmemeye ve yok sayılmaya. Ve her daim bir tıkanma oluyor bunun arkasından. İnsanın, mekanın ve akışın tıkanması. O aşina olduğumuz hayat ritmindeki bozulmalar çıkıyor yüzeye. ( Herkes bunu istiyor sıradanlığın lanetinden kurtulmak için ). Hani şiddetli bir yağmur yağar ve giderler tıkanır, şehir altüst olur. Birikintinin rahatsız ediciliğini biliriz. İşte hayattaki dolmalar, tıkanmalar bu şekilde gerçekleşiyor ruhumuzda.
Bu noktada insanın ruhunda ve mekanın akışında inflamasyonlar ( iltihaplanmalar ) oluşuyor. Her türlü iltihaplanma sıradan olanın lanetlenmesi üzerine kurulu. Sonsuz arayış, fütursuz bir beklenti ve farklı şeyleri yapmanın rotalarını -zihindeki haritalarını çiziyoruz sürekli. İnsanın kendisini bile bir yarış olarak ortaya koyduğu bir şey. Seviye atlamanın, hayatı daha renkli kılmanın biricik yolu gündelik olandan sıyrılmakmışcasına !

Toparlanma Vakti: Sıradan Olanı Kayda Geçirin
Gelecek analog olabilir m ? Analog olanı özledik. Analog olanları yapamıyoruz da artık. Nasıl ki Vintage – Retro olarak zamanla bazı şeyler önemli ve değerli hale gelmeye başladı, analog- basit olanın, sıradan olanın ve gündelik yaşamın kayıtları da gelecekte çok değerli olacak gibi duruyor. Açıkçası zihnimize hapsolduğumuz için bedenlerimizi ve nesneleri, her şeyden önemlisi onlarla olan ilişkilenmemizi unuttuk, kaybettik. Çünkü yaratıcılık onlardaydı.
Bir tuvaleti incelikle temizlemek, onu bir zamanı kaybı olarak görmemek, hayatın ritmine saygı duymak ve onunla dost olmak geleceğin lüksü gibi duruyor bu günlerde. Bir ağaca 5 dakika bakmayı özler hale geldik. Kaldı ki bu acıması, akışkan ve kaotik çağda bu tarz dinlenmeler bir meditasyona dönüştü. İnsanların parayla satın aldığı deneyimler haline gelmeye başladı bunlar.
