Düşüncelerini Herkes Görüyor !

Hayır. Düşüncelerini herkes görmüyor. Sen fazla görüyor olabilir misin? Kavramların ve kelimelerin müdahalesi olmadan algılamanın ne olduğunu hiç biliyor muyuz? Düşüncelerini izleyen edilgen otomatlara dönüşüyoruz gitgide.
Meşhur Spotlight Etkisi‘nden bahsediyorum. Sahne ışığı üstümüzde ve takıntılı bir benlik algısı ile etrafımıza bakıyoruz, kendimizi arıyoruz sürekli. Aslında etrafımıza bakarken gördüklerimize ( gördüğümüzü sandığımız ! ) takıntılı düşüncelerimizi giydiriyoruz. Etrafımızda olan her şey zihnimizde dolanan düşüncelerin kuşatması altında.

Kişi kendi düşüncelerinin vitrin camından sergilendiğini hissediyor. Herkesin düşüncelerini izlediğini sanıyor. Kendine aşırı odaklı, sürekli kendini izleyen ve denetleyen bireyin zorlantılı bir gündelik hayatı vardır. Önceki yazımda da bahsettiğim, ( self-obsession ) kişinin kendisine ve kendi düşünce akışına sürekli takıntılı hale gelmesi ne kadar yıpratıcı olsa gerek…
Bugün biliyoruz ki her başarının ve ilerlemenin altında duvara toslamış denemeler var. Örneğin 20. yüzyılın ortalarına geldiğimizde, insanlık krizinden yeni çıkmış bir ortamda atılan deneysel adımları hatırlayalım. Psikiyatrinin kara tarihi bir sürü acı verici denemenin izleri ile kaplı. Lobotomiden tutun da savaş koşullarında acil çözüm önerileri ”insanlığın hata payı” raflarında yerini buldu. Pandemideki kriz de biraz bunu anımsattı bizlere. Krizin ilk zamanlarında acil aşı denemeleri ve bunun yan etkilerine maruz kalan binlerce insan. Peki olması gerekiyor muydu ? Evet…

Markalaşmış ve Paketlenmiş Psikoloji
Psikolojinin medeniyetin modern birey üzerinde oluşturduğu tüm gedikleri kapatma girişimi daha fazla gediğin oluşmasına neden oluyor. İşte kendine takıntılı birey ve onun yanılgıları- çarpıtmaları da bunun sonucunda ortaya çıkmış durumda.
Gerçekten de bugüne kadar bu çözümlemeyi en iyi yapmış bir kaç sosyolog ve bilim insanı var. Zygmunt Bauman, Byung Chul-Han ve birkaç önde gelen ABD’li sinirbilim uzmanı ve psikiyatristler. Donald Hoffman, Andrew Huberman ve Cal Newport gibi isimler.
Psikoloji Bilimi artık doğadan kopmuş ve aşırı bilinçlenmiş bireyin emniyet subabı oldu. Bugün her şeyin hızlı yer değiştirdiği dünyamızda açıklamalar, çözümlemeler ve aşırı analizler, meta kognisyonlar bitmek tükenmez biçimde zihnimizi meşgul ediyor. Halbuki bunlar palyatif- geçici çözümler getiriyor önümüze.

Sahne Işığı Etkisi’nin en önemli sebebi Zygmunt Bauman’ın da söylediği gibi modern akışkan dünyanın, bireyi sistemik sorunlara karşı otobiyografik çözümler itmeye zorlaması. Her gün her dakikabireyi kendisine hapseden yönergeler görüyoruz etrafımızda.
İşyerinde, sokakta, aile ve arkadaş çevresinde. Birey artık sürekli kendi içine dönüyor ve kendisiyle aşırı meşgul olmaya başlıyor. Elbette burada toplumda Psikoloji Biliminin amatörce kullanılması, kelime ve kavramların sürekli toplum ağzında yer değiştirmesi, farklı durum ve koşullara uyarlanması, aynı argümanın ve kelimenin herkese aynı kalıpta uyarlanması gibi belli başlıca etkenler var.
Düşüncelerini Herkes Görüyor: Patinaj Çeken ”Ben”
Kendimizi gereğinden fazla merkeze koyuyoruz. Hız çağında, eş zamanlı her şeyin aynı anda aktığı ve birarada olduğu enformasyon patlaması yaşıyoruz. Sonuç olarak bireyin buna yetişmesi için kendini parçalaması gerekiyor. İçerden kendi kendisini çökerten bir sistemle karşı karşıyayız. Sistemin sürekli ‘akış’ halindeki düzeneği ile yataklarımıza giriyoruz…

Ünlü İngilizi kuramcı Terry Eagleton‘ın Kültür kitabındaki çözümleme oldukça meşhur. Kendi duygularına gereğinden fazla değer vermek, duygusallığın merkezkaç kuvvetini yaratıyor. Bu bakım süreci ise kişiyi bir nevi bilinçdışı bencilliğe sürüklüyor. Kendi üzerine kapanan bir benlik ile patinaj çeken bireyi anlatıyor aslında Eagleton. Kişinin kendi duygu ve düşünceleriyle aşırı haşır neşir halinde olması, bireyi farkında olmadan kendi zihninin yıkıcı şiddetine kurban ediyor.
Biz bir nesneye baktığımızda nesne bize çoktan bakmış oluyor. Evet Zizek felsefesinde özne olan bizler ve nesne olan cansız varlıklar arasındaki ilişkilenme, psikodinamik analiz yönteminin Zizek ağzında matematiğe bürünmüş hali. Peki bunu karşımızdaki gerçek insanlar için düşünebilir miyiz?
Karşımızdakine baktığımızda o kişi de bize çoktan bakmış oluyorsa, o kişinin bizimle ile ilgili düşünüyor olması gibi kesin bir gerçek var mıdır? Var olduğuna kabul ettiğimizde ne düşündüğüne dair neyi ne kadar bilebiliriz…

İletişimdeki Vagus Siniri
İletişimin doğası aslında soyut bir matematik gibidir. Konuşmak, karşındakini dinlemek, karşındakine cevap vermek, konuyu takip etmek, araya giren bilindışı sızıntılar, dışsal kesintiler ve sonrasında konudan uzaklaşıp başka konuya geçmek. Toplam resme baktığımızda bir ünitede akan sayıların ritmini görür gibiyiz. Sürekli çalışan bu makinanın sekansları kaydetmesi gibi. Ritim, tonlama, es vermek ve daha nicesi. İletişimin gizli serüveninde arkada işleyen oldukça kapsamlı bir mekanizma var. Ve bu mekanizmanın da matematiği olduğuna inanıyorum.

Güzel bir sohbeti unutulamayacak yapacak olan şey duygusal yoğunluğun şiddetidir. Nasıl ki insan bedeninde bir otoban gibi uzanan Vagus sinir ağı varsa, iletişimde de gizli bir Vagus Sinir etkisi vardır. Ve bedenin uyarılmasın ve hafızanın devreyre girmesi en önemli itici güç. Duygusal şiddeti yüksek hatıraların uzun dönemli hafızaya atılması örneğinde olduğu gibi.
Becerilerimizin, kognitif kabiliyetlerimizin zamanla yarıştığı ve zamanın para birimine dönüştüğü bir çağda kendimizle aşırı meşgul olmanın en büyük yan etkisi elbette sistemin kognitif- fonksiyonel hata vermesidir. Bu hatayı ayıklama sürecininde zaman baskısı içerisinde eritilmeye çalışıldığını düşünelim.
İnsan beyni örüntü tanıması makinası. Eş zamanlı bir çok hesaplamanın, ilişkilendirmenin otobanı gibi. Bu ağdaki direksiyonu kontrol edebilmenin en güçlü yolu da belki de sadece yola odaklanmaktır.