Amerika Günlüğü: Yakışıklı Manhattan


Hayattaki dönüm noktaları deneyimin kalıcı yankılarıyla sürekli hatırlanmaya müsait. Amerika Günlüğü: Yakışıklı Manhattan unutulmaz bir hayalin gerçeğe döndüğü yer olarak hafızamda kalıcı yankılar bıraktı.
2017 yılında Michigan Eyaletinde bir süre çalıştıktan sonra hayalim olan New York’a gitmek için sabırsızlanıyordum. Küçük bir kasabada oldukça ‘spectacular’ bir resort da groundskeeper olarak çalışmıştım. Bu yazıda kültürel mirasa sahip Manhattan’ın bazı ayrıksı kısımlarını ve beni büyüleyen caddeleri ve sokaklarını hatırlayacağım.
Detroit’den New York’a giderken kalacak bir otel bulmaya çalışıyordum. Gerçek anlamda kendimi bilinmeyene fırlatmış gibiydim. Plansız , hazırlıksız gitmiştim oraya. Sanırım büyük risk almıştım şimdi düşünüyorum da. New York’a vardıktan sonra akşam olup hava karardığında artık zihnimde kaygı verici alarmlar çalıyordu. Nihayet bir Brooklyn’in köhne bir yerinde hostel bulup apar topar oraya yerleştim. Hayatımın en deliksiz uykusunu uyumuştum.Yorgunluk bedenimden buhar gibi uçup gidiyordu.
Ertesi gün uyanıp bahçeye indim. Acil sigara ve kahve yapmam gerekiyordu. Tam o sırada uzaydan fırlamış gibi gelen bir Fransız ile tanıştım. İkimizin de oralarda yabancı olduğu o kadar belliydi ki. Uluslararası hostel olsa da ben ve o, daha da yabancı idik. Bir Fransız ve Türk’ün bu yabancılığı ve şaşkınlığı hem yüz ifadesinden hem de ingilizce konuşurken ki aksanından daha fazla belli oluyordu açıkçası. Biraz da kültürel etkiler de işin içindeydi. Fransızların hep bir mesafesi olmuştur ABD’ye. Onun da vardı mesafeleri. Bana birkaç gün eşlik etti. Dost olmuştuk onunla…

New York’ta Manhattan’ın büyüleyiciliği, uçsuz bucaksız gökdelenleri ve aşırı akışkan yapısı içinde bir nokta gibi süzülmüştüm. Görkemli bir minyatür içerisinde günlerce dolaştım. Brooklyn’deki ara sokak barları, akşam vakti Brooklyn Köprüsü’nden geçiş, Chinatown’ın izbe sokakları, Metropoliton Sanat Müzesi’ni bitmeyen sanatsal tasarımı , Empire State binası’nın 82. katında yağan yağmuru izlemek, Central Park’ta uzun yürüyüşler ve diger tüm anlar deneyimin akışı içerisinde kalıcı izler bırakıyordu. Hızlı ve oldukça akışkan bir rüya gibiydi hepsi.
Amerika Günlüğü: 50’li ve 60’lı yılların Ruhuna Dokunmak
MacDougal Street Greenwhich Village‘ın hemen yakınında bulunan bir cadde. Washington Meydanı’nı geçtikten sonra önünüze bir halı gibi serilen oldukça hareketli bir yer. Bu cadde Amerikan kültür ve tarihinde oldukça önemli bir yere sahip. Allen Ginsgber‘ler, Jimi Hendrix‘ler, Tom Waits‘ler karşılıyor sizi burada. Amerika’ya ilk cappucino’yu getiren Cafe Reggio, Fat Black Pussy Cat, Cafe Wha gibi yerler yan yana bloklar halinde dizilmiş bu caddede. Kültürel uyanışın ve deneyimin vitrinleri olan bu yerleri özellikle seçmiştim. https://www.gpsmycity.com/attractions/macdougal-street-190.html
Sırf o zamanının içine girebilmek adına yanımda getirdiğim Allen Ginsberg’ün Kaddish kitabı var. Kitap, kahve ve sigara kuşağını bireysel olarak canlandırıyordum. Sonrasında içeri geçip Medici ailesine ait gerçek bir tahta oturuyorum. Tom Waits and Bob Dylan havasını hissetmek istiyorum.


1950’li yıllar New York’un Aşağı Doku Yakasında Amerikan toplumsal yaşamını kökten değiştirecek ve kültürel anlamda dönüşümlerin yaşandığı yerdi. MacDougal Street Amerikan folk müziğinin uyanışına şahit olmuştu. Bob Dylan’ın bu caddedeki kabarelerden biri olan Cafe Wha‘da kendisini göstermesi, gitarını dişleri ile çalan Jimi Hendrix’in ilk performansını Cafe Wha’da yapması. Hepsi bu caddenin misapirverliğinde gerçekleşmişti. Aynı zamanda hemen arka sokakta bulunan Washington Meydanı ise şiirlerin okunduğu ve hikayelerin anlatılarak politik başkaldırıların yaşandığı yer olarak tarihe tanıklık etmişti.

Amerika Günlüğü: Yakışıklı Manhattan’ın Beatific Halleri
Beat Kuşağını ilk lisedeyken K dergisinde okumuştum. Yıllar içerisinde yavaş yavaş külliyata dair ne varsa toplayıp okuyordum. Dergiler, kitaplar, müzikler, filmler ve diziler. Elbette bu biçimsel bir gösteri şovu ve ortamda atılacak havadan ziyade içselleştirilmiş bir hayat tarzının tutkusu idi. Beat Kuşağı benim için özellikle yaratıcılık ve hayatın deneyimsel yönlerindeki radikallikleri ile cebzetmişti. Tüm bunların etkisiyle Amerika’ya gitme hayalini kurmuştum. Ve sonrasında olan olmuştu…
Üniversitedeyken Amerikan edebiyatının yaşamın içindeki renkli deneyimlere yol göstericiliğinden az da olsa bir şey almıştım. 2014 yılında başlayan bu ilgi elbette dinlediğim müzikler, takıldığım arkadaş ortamıyla daha da şekillenmişti. Ama beni özellikle Beat yazınına iten, çocukluğumdan beri gelen yazma ve okuma alışkanlıklarının bir tezahürü olmasıdır.
Kültürel aydınlanma şairler, yazarlar, caz müzisyenleri ve folk müziğinin üstadları ile ortaya çıkmıştı bu topraklarda. Fransa’daki Dadaistlerin Amerika’daki versiyonu ise New York’taki bu yerlerde akışkan bir dinamikle kendisini gösterdi. Savaş sonrası manevi yoksunluk çeken insanlar için gerçekliğin karşılıklı diyaloglarla ile yeniden şekillendiği, süreç felsefesi’nin vurgulanmasıyla deneyim yoğunluğunun rönesansı yaşanmaktaydı adeta.
Jackson Pollock, Miles Davis , Jack Kerouac , Allen Ginsberg, Bob Dylan ile Greenwhich Village’da kendiliğindenlik kültürü ve doğaçlama bir yaşamın yankıları duyuluyordu. Beden ve duyguların etkileşimi dışavurumcu bir yaşamla, deneyimin katıksız yoğunluğu ile Amerikan yaşamının iliklerine sızmıştı.
Daha sonrasında Rock & Roll kültürünün 70’lerden itibaren hızla giderek kendini göstermesi işte bu dönemdeki yoğun hareketlerin ve biliçdışı dinamiklerin keşfi ve uygulanması sayesinde giderek artmıştı.

