Rust Cohle Ve Donald Hoffman
Rust Cohle Ve Donald Hoffman. Birisi dedektif, kurgusal bir karakter. Diğeri ise Harvard’ta Nörobilim ve Matematikçi olan ”gerçek” bir karakter. Birisi sahnede, sokaklarda; diğeri ise laboratuvarda.
Sinirbilimci Donald Hoffman gerçekliğin arayüzünde yaşadığımızı söylüyor. Bir bilgisayar oyunundaki gibi ödül peşinde koşan evrimsel tasarımlarız bizler. Bu arayüzde yaşamamız , zihnin filtreleri sayesinde gerçeğin göz kamaştırıcı doğasına karşı bir koruyucu örtü. Bu örtü olmasaydı hayatta kalamazdık.
Antonio Damassio, Anıl Seth ve Lacan, Zizek gibi bilinç üzerine çalışmalar yapan sanatçıların ve bilim insanlarının ortaya koyduğu üzere, gerçek dediğimiz şey kontrollü bir halüsinasyon. İşin bilimsel noktalarından sanatsal-sembolik çıkarımlarına kadar bu argüman oldukça güçlü bir yer teşkil ediyor.
Donald Hoffman’a göre, bilinçdışı kayıt ile bilinçli zihnin arasındaki bir arayüzde soluklanıyoruz. Bu evrimsel adaptasyonlardan biri. Saf, katıksız farkındalık insanin ayarlarına aykırı. Bu arayüz olmasaydı hayatta kalamaz ve ilerleyemezdik. Uyum sağlamanın evrimci doğasında işte bu arayüzde faydalı olanın doğal seçilimi vardı.
Örneğin ekranın arkasındaki piksellere, birbirine bağlanmış kablolara ve donanımlara odaklansaydık, bir video oyunundaki karakter gibi önümüze çıkan engelleri aşamaz ve ödüle doğru koşamazdık. Besin bulmak, onun için faydalı olanı seçmek ve kendi kısıtlı alanını kontrol etmek için evrimleştik bizler. https://youtu.be/Z7cOJJRw3q0?t=1
Donald Hoffman hem matematikçi hem de sinirbilimci olarak evrimsel süreçte zihnin nasıl bu hale geldiğini ve bunun arkasında yatan dinamikleri çok güzel benzetmelerle ortaya koydu.
Her şeyi algılayan, gören ve kontrol eden, nesne arkasındaki atomları bile hisseden bir zihin, kestirme yolları bulamaz ve evrimsel süreçte kendisini büyük bir orkestra şefi haline getirecek senfoniyi yönetemezdi. Piyanodaki 88 tuşa odaklansaydı insan, piyanoyu çalamazdı. Enerjinin korunma kanuna göre bazı şeylerin insan zihninde otomatikleşmesi ve örüntüye dayalı karar alması gerekiyordu !
Rust Cohle Ve Donald Hoffman : Antinatalist – Pesimist Bir Kişilik
True Detective dizisinin yaratıclarından Matthew McConaughey‘e göre bu karakteri canlandırmak onun için eşsiz bir deneyimdi. Rust karakteri için 450 sayfalık bir kurgu yazdı ve bu karakterin anlaşılması için üzerinde bayağı bir mesai harcadı.
Rust Cohle pesimist bir dünya görüşüne sahip bir karakter. Yaşamın arayüzünde bir detektif gibi insan hayatının basiretsizliğini çözümlüyor. Her cinayetten sonra kurbanların resimlerine saatlerce bakan, oradaki sembolik altmetinleri okuyan, detaylar üzerinde hayata dair çıkarımlar yapan mutsuz ve travmatik bir karakter. Ölüm, zaman ve hakikat üzerine aforizmalara sahip ve yaşamı oldukça materyalist bir gözle seyreden, travmatik gerçekliğin hem kurbanı hem de gözlemcisi olan bir detektif. Karanlıktan beslense de sonunda ışığı arayan bir pozitif nihilist.
Aslında realist bir noktadan dünya tasarımına ve bireye bakıyor Rust Cohle. Ona göre bizler doğa yasalarına göre olmaması gereken canlılarız. Dilin ve insan zihninin aşırı gelişmesi, doğadan bir kopuşu getirdi. Bu kopuşun açtığı makas yüzünden, doğa kendisine has bir bakış açısı geliştirmek zorunda kaldı. Doğadan kopan ve kendi ”sonsuz hakikatlerine” gömülmüş insanlara karşı bir takıntısı var Rust’ın.
Bütün duygularımız, anılarımız ona göre saklı odada kalmış ve hepsi aynı çember içinde birbirine değen illüzyonlar gibi gerçeklige asla dokunmayan, gerçekliğin yerine geçen bireysel hakikatlerin oluşturduğu kopuk anılar ve hikayeler.
Andre Gide :
Toplumsal yaşamın yarattığı tüm kategorizasyon ve düzenlemelerin yaşamın kaotik gerçekliği üzerine egoist dayatmalar olduğunu; merakın, deneyimin dolaysızlığının, kararlar alma ve eyleme geçmenin içerdiği ” kendini kaybetme” ya da kendini unutmanın kurtuluş olduğuna , bizimle şeyler arasındaki farkı ortadan kaldırdırdığına inanıyordu Andre Gide. Hiçlik Çağı kitabının yazarı Peter Watson’ın kitabında belirtmiş olduğu gibi.
Ona göre, acımasız realitenin gerilimini sanatın söylemleri ile tahliye edebiliriz. Gerçekliğin sert darbelerini sanatın yatıştırıcı temaşası ile dizginleyebiliriz !
Diğer yandan yatıştırıcılarımız ve semptom baskılayıcılarımız var. Modern dünyanın beyaz gürültüleri, metafizik detoksları, doğayı kiralayan girişimleri ve toplulukları.
Peki tüm bunlar gerçekten de arayüzde yaşayan ve bunun farkında olmayan otomatik nesnelere dönüşmüş yarı insan yarı dijital bedenler için ne kadar çözüme sahip ?
Diğer yandan biliyoruz ki psikiyatride çözümler ana sorunu çözmekten ziyade , bireye tekrar rutini geri vermeye dayalı, onu günlük hayatın işlevsel olanına kazandırmaya dayalı methotlardan oluşuyor. Methodu semptom baskılayıcılar olan bir psikiyatri sisteme ve sosyolojik olana ne kadar etki edebilir İleri seviye psikozlar haricinde !
Savaştaki yaralı askerlere içinde ağrı kesici yerine su olan ve plasebo etkisi yaratan şırıngaların verilmesi aklıma geliyor. Bilincin travmatik yaralarını geçici süre askıya alma girişimleri olan bu yatıştırıcılar kimi zaman 6 saatlik ekran başında açılan beyaz gürültü videoları, kimi zamanda doğadan geçici süre kiralanan topluluk uygulamaları gibi rafadan çözümler sunuyor.
Gerçekten bir çözüm var mı ? Distopik geleceği şimdinin bünyesinde sindirmeye çalışan bizlerin bu tarz girişimlerle kalıcı bir dönüşüm yaratma cesareti ve gücü ne kadar ? Bunun bir anlamı var mı ? Yoksa tüm çabalar nafile mi?
Sıkışmışlık, bunalmışlık, karakter aşınması, askıya alınmış kimlikler ve tüm zehirli yapısı ile bireyin doğadan kopuşuna karşı tüm geri dönüş umudu gerçek bir girişim mi olacak yoksa yatıştırıcı ilaçlar gibi örtülü ve ticari kaygılar tarafından palazlanan bir pirus zaferine mi dönüşecek ?