Geleneğin Tahliyesi
Bir şeyi tahliye etmenin yani boşaltmanın, ortadan kaldırmanın en iyi yolu nedir? Toplumsal değerler ve kültürel tarihin baş belası bir kavram: Yenilik ve Modernite. Ve tüm bunlar için yapılması gereken tek şey: Geleneğin Tahliyesi.
Oysa tüm dünyayı ele geçirmiş kavramsal bulanıklardan biri gelenek ve yenilik kavramları. Özellikle geleneksel dünya görüşünün gerici, yenilikçi dünya görüşünün de devrimci, modern olduğuna dair katı inanca hapsolmuş durumdayız yıllardır. Geleneğin Tahliyesi modern bireyin içinden çıkamadığı en büyük karmaşanın dışavurumu. Ters Bakış yapmanın vakti geldi !
Modernitenin bir kurtuluş reçetesi olduğu ve bunun için geleneğin hemen tahliye edilmesi gereken bir unsur olduğuna dair kök salmış inançlar tarihin akışında belli kırılma noktaları ve kesilmeler yarattı. Ve bu kesilmeler sayesinde tarih kendisini ayakta tutabildi. Tarihe geçmek; ya kesilmelerin ya da kırılmaların kaydını oluşturmakla ilgiliydi biraz da…
Ama bugün geldiğimiz noktada ise modernlikten muzdarip insanoğlu büyük bir ızdırap ve yorgunluk içinde. Geleneğin Tahliyesinden sonra tarihin sarkacı şimdi modernlik konseptinin tahliyesine doğru kaymakta. Ve bu noktada geçmişe dönüş hareketi, nostaljiye özlem ile birlikte geleneksel olanın tekrar sorgulanıp ”modern” biçimler halindeki ritüeller olarak filizlenmesini görmekteyiz. Zihinleri kuşatan retrospektif pazarlama stratejileri, gelenekselliğin muğlak yerinin tekrar ele alınmaya başlamasını sağladı.
Geleneğin Tahliyesi: Devrimin İtfaiyecileri
İnsanlar ve toplumlar mutsuz olduğunda ve sistem artık yeterli gelmediğinde ruhlar alevlenmeye başlar. Kitlesel bu hararet ortalığı yangın yerine çevirir. Fransız Devrimi‘nde krallığın çürümüş düzeninden kurtulmak isteyen burjuvazilerden Jakobenlere ve oradan Jirondenler, Montagnardlara (Dağlılara) kadar hepsi ortalığı aleve verip kangren olan düzeni kesip atmak istediler.
Paris’te ortalık ateş hattına döndükten sonra kaosun kalıntılarını söndürmek için gelen devrimin İtfaiyecileri ceplerinde modern fikirlere ait yeni kavramlarla ortaya çıktılar. Eski olanın kalıntılarını temizlemek ve tıkanmış giderleri açmak adına muazzam bir çaba gösterdiler. Bir an önce o eskimiş, kokuşmuş düzenin geleneklerine dair ne varsa tahliye edilmeliydi.
Buna karşı çıkan bazı insanlar vardı. Argümanları ise yavaş bir ilerlemenin evrimsel doğasına aykırı bir şekilde şiddetli ve ani bir sıçrama olarak nitelendirilen devrim ve onun getirdiklerinin uzun süreli olamayacağına dair şüphe idi. Çok kısa bir süre sonra geleneğin hızlı tahliyesi meyve vermemeye başladı. Tepeden inme itfaiyecilerin getirdikleri bu yeni kavramlar toplumsal bedene dar geldi. Ortalık kan gölüne döndü. Devrimin kanlı doğası terör ve şüpke yaratarak sonunda kendi evlatlarını birbir yemeye başladı.
Gelenegin Tahliyesi: Bitmeyen Yara
Geleneğin Tahliyesi’nin bir diğer örneği ise 20. Yüzyıl Almanya’sı idi. Önceki tahliye hareketleri biçim değiştirerek daha da sert bir şekilde vücut buldu. Tüm dünyanın gözleri önünde bir ulusun adım adım trajedisine tanık olduk. Bu yıkıcı tahliye modernitenin doğumundaki izleri taşıyordu. Yeni bir dünya kuruluyor ve bu dünyadaki eksen kaymasının bedelini ağır bir şekilde yeni kuşaklar ödüyordu. Tarihin akışı bu doğum sancılarına yaraşır bir şekilde hızlanmıştı. Örneğin ilerici ve güçlü olana sahip devletler bunun için imodernligi savunarak uluslararası talimatları yeniden yazdılar. Bu talimatlara uymayanlar cezalandırılacaktı.
Endüstriyel devrimin çocuğu olan modernite kavramı pollitik çıkarların araçlarına dönüştüğünde 20. Yüzyılın en kanlı olayları yaşandı. İki dünya savaşı , savaş arası dönem, ekonomik buhran ve iç savaşlarla geçen onlarca yıl. 1900’lü yıllarda doğmak hızlandırılmış bir tarihin kurbanı olmaya eşdeğer idi. Ya da kazananı…
Alman toplumunun kanayan yarası ve toplumsal bilincinin lekeli hafızasında yer edinen Hitler ve bir ulusun trajik öyküsüne şahit oldu bütün dünya. Tüm bunlar ilerlemeye karşı kendi direncini ve geleneklerini sürdürmek ve korumak isteyen ,kimi zaman bu ideal için yalanların ve tarihin çarpıtılmasına muhtaç olanların unutamayacağı ve unutturamayacağı felaketlerin yaşanmasına neden oldu.
Savaş sonrasında kendi ulusunun onurunu kurtarmak isteyen Almanlar bu sefer devrimci ve modern ilerlemeyi kendi geleneksellikleri içinde kırpmaya ve yakın geçmişlerindeki lekeleri onarmaya ve ulusununun revizyonuna başlamışlardı. Tabi bu noktada sayfa aralarını es geçerek, bazı şeyleri görmezden gelerek yapmaya çalıştılar. Bir dönemin unutulması ve hafızalardan silinmesi gerekiyordu artık. Almanya ve Japonya gibi mağlup ülkeler geleneklerini bir süreliğine rafa kaldırmaya hazırdılar artık.
Geçmişin geleneklerini yeni dünyanın modern fikirleri ile harmanlamak zorunda kalan geçiş dönemleri toplumlarının kanayan yarası hiç bitmedi. Sürekli tarih sahnesinde kültürel olarak zikzak çizen bu toplumlar zamanı geldiğinde bazı şeyleri sorgulamaya başladılar. Almanlar, Koreliler ve Japonlar bunun örnekleri arasında yer aldılar. Avrupa’nın mühendisliği ve Asya’nın teknolojik sıçramaları bu sorgulamaların ürünü oldu bir nokta da.
Geleneğin Tahliyesi : Büyük Bir Pişmanlık
Yuval Norah Harari‘den Zygmunt Bauman‘a, Byung Chul Han‘dan Baudrillard‘a kadar postmodern eleştirmenler artık modernizmi ve onun getirdiği süratli değişimin insan doğası ve toplumsal yapıdaki etkilerini incelediler ve korkunç sonuçlara vardılar.
Sürat çağında bir şeyleri kaçırma korkusu ( FOMO, Fearing of Missing Out ) baş gösterdi. Devingen ve oldukça performatif toplumun yan etkilerinin hiç bu kadar ayyuka çıktığı bir dönem yaşanmadı. Aralıkların, dinlenmenin, sorgulamanın, eskiye yaslanmanın dışlandığı ve doğal olarak kabul görmediği bir dünya tasarımı geldi. Bilginin hareketini takip edemeyenlerin şiddetli bir şekilde cezalandırıldığı ve görmezden gelindiği bu postmodern dünyada birey giderek buharlaşmaya başladı.
Geleneğin Tahliyesi : Yanlış bir Anlaşılma Uğruna
Muhafazakarlığın dini söylemler içerisinde değerlendirilmesi , gelenekselliğin dışlanmasında ve tersyüz edilmesinde en büyük itici güç oldu. Modern olan ve ilerici görünenin inanca ve dini söylemlere katı mesafesi olmak zorundaydı. Kavramların bu şekilde içinin boşaltılarak birbiri içine akması ortalığın bulanmasına sebebiyet verdi. Sonuçta modern birey en büyük yabancılaşmalarından birini yaşadı: Mevcut toplumsal kimliğin inançla olan sürtünmesi ve bitmek bilmeyen hakikat arayışı…
Katı olan her şeyin buharlaştığı ve çaresiz stratejilerin kol gezindiği bu dünyada ıskartaya çıkarılmış hayatlar var. Yeni gerçeklik katmanları, geçmiş kuşaklardan kalan bilgilerin ve inançların tasfiyesini zorunlu kıldı. Geçmiş inançların yeni olan üzerindeki ısrarcı gerilimi bilinçte şiddetli çatışmalar yarattı. Her yerde strateji vardı ama hepsi çaresiz olmaktan ileri gidemiyordu.
Geleneğin Tahliyesi: Çaresiz Stratejiler Ve Toplumsal Histeri
İsteklerinden daha fazlasını düşündüğün zaman düşüncelerin kanamaya başlar. Tarihte yer edinmek ve bulunduğu yeri sağlamlaştırmak uğruna bilinmeyen bir istikamete doğru sürüklenen toplumların trajik hikayesi ( kimi zaman bu gerekli olsa da ) bizlere yeni olanın ve bir anda beliren kavramların nasıl suistimal edildiğini gösteriyor.
İlerlemek ve yeni olana geçişin kanlı bedelleri toplumsal bilinçdışında unutulmayacak yaralar bıraktı. Kuşaklararası bu travma aktarımı her şeyin içiçe geçtiği ve bulanık bir su misali çözünürlüğün kaybolduğu bir toplumda bireyin çaresizliklerini besler oldu. https://youtu.be/Wu1mR8mTGkE?list=LL&t=1
Doğa ve insan medeniyeti arasındaki tarihsel çatlak, zamansal algıdaki bozulmaları hatırlatıyor. Doğanın yüzyıllar süren evrim yolu, doğanın bir ürünü olan insanın da zamanı kendi tarihsel bilincinde sıkıştırma çabalarına sahne oluyor.
Biz insanlığın doğadaki yerimizin çok yeni olmasına rağmen, kendi evrimsel ilerleyişimizi ve kaderimizi zamanın üstüne bindirmeye çalışıyoruz. Tanrısal hakimiyete sahip olacağımıza inandırıldık çünkü.
Doğa ve insan arasındaki bu zamansal kayma ve mesafe açılmasının bedelini tüm insanlık olarak ödüyoruz. Zaman göreceli iken, zamana hükmetmek ve onu tıkış pıkış doldurmak uğruna atılan tüm bireysel ve toplumsal adımların geldiği nokta modern bireyin doğadan uzaklaşması oldu.
Zamanı yakalamaya ve ona hükmetmeye çalışan bireyin tarih ssahnesinde giderek tanrı rolüne bürünmesi ve bunun her daim boşa çıkan bir Pirus Zaferi ( herkesin kaybetttiği bir savaş ama sözde bir galibiyet )olması ise oldukça ironik.
Hızlıca sindirilmeye çalışılan yeninin ve ona düşman olan geleneğin toplumsal hafızada yarattığı ekşimeler asla sönmüyor.
Geleneğin Tahliyesi: Açılan Makas
Geleneğin Tahliyesi modern bireyin kimlik krizini hızlandırdı. Birey modern dünyada tüm eylemlerinden ( kendisi ile alakalı bile olmayan bir kuşatılmışlıkla ) sorumlu hale getirildi. Değişimin vurgusu dengenin varlığından daha normal karşılanıyor. Hayatın bütün alanlarına sirayet eden akışkan bilgi, modern bireyin hızla kovalaması gereken elzem bir besin haline geldi.
Şimdinin içinde gelecek sinyalleri ile arıyoruz. Her yöne dağılan ve merkeziyetsiz bir ağ toplumunda rehbersiz adımlarla son sürat ilerliyoruz.
Modernizmin tahribatını DSM ( Tanı Kriterleri Değerledirme Kitapçığı ) deki açıklamalarda görebiliriz. Modernite öncesinde varolan bir kaç sendrom artık yüzlerce olan tanı ve teşhislerle doldu. Bunun en büyük sebebi ise elbette toplumsal ilerleme fikrinin aşırı hızı. ve bunun yarattığı tahribat. Tüm bunlar insan ruhunun hızla aşınmasına ve kimliğin çözülmesine neden oldu.
Modernliğin taze kavramı olan işlevsellik kutsal kılındı. İşlevselliği yakalama ve ona tutunma uğruna bireyler, bitmek bilmeyen rekabetin radikal kurbanlarına dönüştüler. İşlevsellik bozulması yeninin motor gücü olan sistemlerin en korkulu rüyası oldu. Birey tekrar geri kazanılmalı, modern-akışkan dünyaya engaje olarak hızlı bir şekilde yol almalı.
Aşırı akışkan modernliğin sistem içindeki sorunlarına insanların otobiyografik çözüm arayışları işin içinden çıkılamaz bir kutsal kase arayışına döndü.