İskandinav Sıcağı, soğuğun bedene iyi geldiği ve hareketin-devinimin kaçınılmaz olarak ruha imgesel dokunuşlar yaptığı bir sıcak türü. Soğuk da son kertede ters yönde giden bir sıcak dalgası idi. Ve kaliteyi artıran ruh buhranı olarak belirdi kadim mitolojide.
Üniversite yıllarımda Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan tüm kitaplara büyük bir tutkum oldu. Onlar arasında keşfettiğim Norveçli bir yazar olan Ingvar Even Ambjørnsen‘in insanın varouşsal çıkmazlarını, doğada sürekli hareket eden ve zor kış şartlarında tutunmaya çalışan karakterlere yedirmesi ve sade bir dilinin olması beni büyülemişti. Gece Gündüzü Düşlüyor kitabı tam kış vaktinde ateş başında saatlerce okuduğum bir kitaptı. Ormanlarda gezintiye çıkan bir karakterin günlük rutinlerini anlatan, görselleştirdiğiniz kuzey ışıkları ve ormanları ile göz banyosu yaptırtan ; bir parça ekmek, sıcak bir şarap ve odun ateşinde çalıntı konserve yiyecekleri ile ”seçilmiş, istenmiş ” bir nomad kültürünün sayfalardaki ritmini deneyimleten bir serüven oldu. Her sayfada, botlarınızla karlı bir gecede yürürken, ayaktabanımdan çıkan sesleri duyumsadım. Doğadan numune toplayan gezginler ve gözlemciler oldu benim için iskandinav edebiyatındaki karakterler. Onlar İskandinav Sıcağını getiren hobolardı.
Köpekler. İnsan postuna bürünmüş köpek ‘i yazdı Ingvar. Köpek insan postuna büründü ve onun ağzından efendisinin hikayesini dinledik sayfalarca. Beyaz Zenciler kitabında genetik manyakların haykırışlarını gösterdi bize. Tavandaki Kukla, ismi korkutucu gelse de tuhaf bir hikayeydi. Tavandan bolca ne vardı ki. Ingvar uyku tulumlarında yatıp, bir süre ülke gezen değişik bir yazar.
Kaliteli Depresyon
Depresyon konusuna gelirsek. Sanırım depresyon ”semantik saturation” dediğimiz; kelimenin anlama doyması ve buharlaşmasını temsil ediyor benim için. Ruhun süzgeçten geçirilmesi , bir zamanlar Jim Carrey’nin ifade ettiği gibi ” bedeninin sana artık bu karakteri oynamak istemiyorum demesi ” gibi bir şey. Senden seni doğurtan hüzünlü bir parçalanışı ifade etti benim için her zaman. Zaten bir kavramı gerçek anlamda sindirebildiğinizde tüm yaşantılarınızla, zaten o kavram oluyorsunuz belli bir süre. İfade ise, en gereksiz çabaya dönüşüyor. İskandinav karakterlerinin anlamlı suskunluğunun buradan geldiğine inanıyorum. Kelimeleri havada süzülmeye bırakıp seyircinin bakmasını isteyen karakterler. Sürekli hareket halinde, aynı gündelik rutinlerin usanmaz nesnelerine dönüşmüş o bakışlar ve tavırlar.
Sadeliğin, vahşi ve ilkel olanın ,, şehrin öğle sıcağında beyaz suratlara vuran ılık gülümsemesi gibi İskandinav Sıcağı. Yüksek rakım çözünürlüğün baş belası olduğu insan ruhunda kemikleri ısıtan bir dokunuş. İskandinav Sıcağı, daracık gotik şehirlerin duvarlarından akan entelektüel bir sorgulamayı yüzümüze vurur . Oslo, 31 Agustos filmi bunun silüetini çıkartan bir film oldu. Ambjørnsen’in yıllar önce yazdığı hikayelerin teğet geçtiği, modernliği ve anlam karmaşasını Chulhan gibi sorgulatan bir sinema yapıtı oldu.
Soğuk bilimsel olarak vücudu uyaran ve bedeni harekete geçiren biyolojik bir etkiye sahip. Sinir sistemine iyi gelen uyarılma, İskandinavlara lotodan çıkmış bir ödül gibi. Coğrafyanın insanın bireysel kaderini , seçimlerinin integralleriyle belirlediğini hesaba katarsak, buradan besleyici tohumlar filizlenebilir. Bunları sanatlarında, sinemalarında , edebiyatlarında , mimarilerinde ve o katıksız bakışlarında görebiliyoruz. Depresyonun kalitelisi mi olur ? Evet kimi zaman olur. ! Arap coğrafyasının o ılık esen çöl rüzgarlarının kadim geçmişi hatırlatan ve tene deydikten sonra tatlı bir oryantal irkilme yaratan hissiyatı ve bunun tam zıddında yer alan İskandinav Sıcağı. Arada sadece kalan entelektüel sorgulamalar. Bir sıcaktan bir soğuğa…