Küresel Tekinsiz : Mekansız Göçmenler

Küresel Tekinsiz: Mekansız Göçmenler hayatta kalmak için sürekli yer değiştirenlerin bitmek bilmez hikayeleri. Ait olamamanın, yabancılaşmanın tanımsız, ortak bir pattern sergilediği postapokaliptik imajlar sergileyen korkulu küresel bir sendrom.

Göçmen olmanın, bir işten diğerine tutunmaya çalışmanın, yerel toplum tarafından tüm bakışları üstünüzde hissetmenin bir mekanı yok. Mekansızlık ve süreksizliğin bedenleştiği insaniyet durumunu görürüz onlarda. Sanırım günümüzde de herkes kendi coğrafyasında birer göçmen haline geldi. Ne yazık ki istihdam sorunları, ekonomik buhran ve sürekli 24 saatte değişen küresel politik akışın ilk işaretledigi, markaja aldığı kişiler onlar. Potensiyel bir mikrop ya da virüs olarak görülüyorlar.

Sabit bir yerin olmaması, mekanların sadece bir kapı olarak açılıp kapanması, süreksiz bir yaşamda sınırsız mücadelenin izdüşümüdür mekansiz göçmenlik. 20.yüzyılın ortalarında, özellikle savaş sonrası dönemde tren vagonlarına atlayan, uzun bir yolculuğa tutunan sefil Hobolar vardı. Sürekli grup halinde bir yerden bir yere giden, hayatta kalmaya çalışan hobolar. Mekansız mücadelenin ritmine tutunan hareketli bir hüznü sergiliyorlardı.

O hobolar şimdi kent meydanlarında, dijital reklamların aktığı Times Meydanı ve Londra sehirlerinde kadrajin kenarlarına sıkışıyor. Aynı kare içerisinde sembolik bir dışlanmışlar olarak var olmaya çalışıyorlar. Kentin her şeyi bir arada barındırdığı kaotik mekanların kadrajinda yine de görülebiliyor, kolayca seçilebiliyorlar. Lüks bir plazanın arka sokağında, çok katlı bir alışveriş merkezinin hemen yanında bitiveriyorlar.

Günümüzde artık “her şey her an her yerde ” olması, onları daha da görünür hale getirdi. (ister istemez) Daha da tehdit olarak algılanmalarına sebebiyet veriyor elbette. Kentin mimarisinin ve hareket tarzınının üstünü örtemeyeceği bir yan gerçeklik olarak varoluyorlar. Yan gerçeklik dedim çünkü artık günümüzde aynı kadraja , aynı metrekareye birçok gerçekliğin düştüğünü görüyoruz. Birbirlerine teğet geçen farklı radikal gerçeklikler, yaşamlar.

Küresel Tekinsiz : Mekansız Göçmenlerlerle Oluşan Yaşam Haritası

Kentsel Beyin : “Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı”, Nikolas Rose ve Des Fitzgerald tarafından yazılan kitapta, toplum yaşamı ile zihinsel yaşam arasındaki ilişkiyi biyopsikososyal bir perspektiften, disiplinlerarası bakış açısı ile biraraya geliyor. Normal zihniyetin ancak sağlıklı bir fizyolojik mekanizmanın uygun bir sosyal yapılanmaya katılmasıyla gelişebileceğini vurguluyor.

The Uncanny ( Tekinsiz ) olanları hatırlatan, işin içine ırksal farklılıkların ve buna dair tarihsel hatırlatmaların karıştığı bir sorun göçmen sorunu. Kentsel Beyin kitabı da Tarihsel göç çalışmalarından, Chicago, Londra ve Şangay gibi büyük metropollerin kendi tarihsel dinamiklerinde göç sorununa nasıl yaklaştıkları, onların yaşamlarını ve hareket tarzını sosyoloji ve nöropsikolojiyi bir araya getirerek anlatıyor.

Kitapta dikkat çeken diğer nokta ise, zamanında akademik çalışmaların bu sorunu incelerken konuya ne kadar sıkı bir ırksal perspektiften baktığı ( Sosyal Darwinizim ve Galton etkisi ) oldukça ilginç. Macarlar, Yahudiler ve Polonyalılar ise akademik araştırmanın ilk mercek altında olan kesimi.

KÜRESEL TEKİNSİZ : One Battle After Another And Childen Of Men

3 kez Oscar’a aday olan ve 49 film ödülü alan, Yönetmen Alfonso Cuaron’un Children Of Man filmi sanırım açılış sahnesi olarak dünyanın en etkili filmlerinden birisi oldu. Sinematografik olarak oldukça etkileyici bir filmdi ayrıca.

Filmde, 2027 yılında dünyada kısırlık sorunu baş gösteriyor. Küresel bir mülteci salgınında olaylar Londra’da geçiyor. Kaosun ekranlarda, sokaklarda, apartman kenarlarında nasıl bu kadar gerçekçi olabileceğini yönetmen bize ustalıkla göstermiş.

Başka bir film, 2025 yapımı Leonardo Di Caprio’lu bir devrimci hikâyeyi anlatıyor . Meksika sınırında başlayan, sonrasında kanlı eylemler gerçekleştiren French 75 adlı bir örgütün hikayesi. Leonardo’nun son 4 yılda Trump’ın göçmen politikalari ve ABD’de de yaşanan bazı kırılmaladan rahatsız olduğu belli ki bir Meksika sınırında İspanyolca konuşarak başlıyor filme.

Siyahi bir kadınla aşk yaşayan bir adamı görüyoruz. Tüm eylemlere birlikte katılıyorlar. Devrimci grubun sıkı kurallarını, acil durum şifrelerini ezberlemişler. Yerinde duramayan, genetik olarak nomad ve isyankar bir siyahi kadın dünyaya bir çocuk getiriyor. Fakat çocuk sahibi olmak ona göre değil ve adamı cocukla birlikte bırakıp sokaklara, o hareketli ve gerilim dolu dünyaya dönüyor. Bıçkın, isyankar ve inatçı kişiliklerin ispanyol aksanı ile ortaya çıkan sert sokak kavgaları, örgütlerin arka bahçe mekanları, Amerika sokaklarını modern Zapatistaların ( Meksikalı Devrimciler) ele geçirmesini hatırlatıyor bana.

Hi, I’m okanhoruz

I'm advocator of the Transhumanism . Transhumanism envison a future where humans can transcend biological / cultural / environmental limitations- barriers through advancement like genetic engineering , artificial intelligence and cyborg technologies. In this sense ,my motivations : * I'm trying to be constant learner and improver in my personal and business life . I would like to combine and transform any piece of knowledge- experience into new things as a synthesizers. * Push the boundaries of the unknown * Learn and discover new potentials along the way * Acquire the skills necessary to build a purposeful product and connections * Gaining knowledge, perspectives and mastering human relations in proactive cycles is one of the my greatest inner motivation. * Throughout my career and academical life, I have contributed to impacting business outcomes through effective organization, prioritization and execution of key projects. I'm interested in cognitive - behavioral science (Neuro-Technology) .These observations and researches enriched my standpoints in accordan with social science and daily life.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *